“Aşkım, annem, babam, bitanem, kanka…” Ya da…. “Ahmet, Oğuz, Ayşe, Mehmet, Duygu….” İle paylaşmak için…

Bunlar da ne ki demeyin! Dahası var…

“İrem, Nilay, Emre….” Ve #banaozel üretim…

“Nereden çıktı şimdi bunlar” diye merak ediyorsanız, elbette bir sebebi var…

Birincisi Coca Cola’nın global düzeyde yürüttüğü yeni üretim/pazarlama stratejinin (Content 2020) parçası, ikincisi ise yine benzer bir konseptte Nutella’nın sürdürdüğü üretim ve pazarlama stratejisine ait…

“Ver bana oradan soğuk Ahmet”, “Bu Ayşe’yi ateş basmış, daha soğuğu yok mu?”

Ya da…

“Ekmeğin üzerine İrem’den bolca süreceksin”…

“Durup dururken nereden çıktı şimdi bu Ahmet, Mehmet, Ayşe muhabbeti” diye merakınız iyice tavan yaptıysa köprülerin altından çok su aktığını artık fark etmenizin zamanı gelmiş demektir.

“Fordizm”e dayalı kitlesel üretim modelinin artık sonuna geldik. Üretimde otomasyon sistemlerini kullansak da giderek kitleler için standart üretimi terk ediyoruz. Üretime katılan işgücünün kalifiye düzeyi de artıyor üstelik.

Kitlesel üretimde, ürünler pazara yığılıyor, pazarın ve tüketimin üretici yönlü kontrolü ve yönlendirmesiyle pazarlama ve satış süreci gerçekleşiyordu. Talep yönlü, tüketicinin(bireyin) ayrıt edici yönlerini ve farklılıklarını baskın biçimde göstermesi, diğer tüketicileri (bireyleri) etkileyerek(yönlendirerek) sanki tek bir tüketiciymiş gibi üreticiyi(arzı) etkilemesi, yönlendirmesi imkansıza yakındı.

Oysa, ekonomik gelişim ve özellikle teknolojik yeniliklerle üretim ve üreticiler, pazar rekabeti arttıkça işin rengi değişmeye başladı. Hele hele internet icat oldu mertlik bozuldu! Öylesine bozuldu ki, “kitlesel üretim” yerini “kitlesel talebe” bıraktı…

“Kitlesel talebi” belirleyen, ona kimlik ve renk katan ise kitlelerin kendi aralarında anlaşmaları ve sözleşmeleri olmadı kuşkusuz. Tüketicilerin farklılaşan taleplerini, bağımsız olarak dile getirebilme kapasitelerinin artması, üstelik internetin (dijital ağların) yarattığı imkanla şeffaf biçimde üretici kontrolü dışında kendi aralarında haberleşebilmeleri, birbirlerini anlaşmasız etkileyebilme ve yönlendirebilme olanağının muazzam düzeyde artması yepyeni bir ekosistem yarattı.

Yani, tüketici “Ben tek bir kişi bile olsam, memnun değilsem, hele hele beni kusurunla mutsuz ettiysen vay haline” demeye başladı…

Ama “kitlesel üretim” modelinden “kitlesel talebe” yönelik üretim modeline geçişte üreticiler için esas önemli olan bu yeni durumun yarattığı korku değil, bu yeni ekosistemin yarattığı fırsat alanını görüp dönüşebilme kapasitesine ulaşmak oldu… Tek bir tüketicinin gücünün, sanki binlerce tüketiciye eşmiş gibi etkili olduğunu fark eden markalar, dönüşümün düğmesine de bastılar.

Tüketici gibi düşünmek, tüketiciyi yalnızca cebindeki parayı çıkartıp size veren bir soyut varlık değil, duygu ve düşünceleri, mutluluk ve kızgınlıkları olan, ruh ve zihin dünyasını anlamaya çalışan bir marka (üretici) yönetim dönemi yeni ekosistemin temel üretim motoru haline geldi…

Tüketicilerin tek tek duygusal ve zihinsel sahiplenmeleri ya da reddetmeleriyle oluşturdukları “topluluğun” sayısal miktarı ve duygusal etki gücü yeni ekosistemde markaların da ayakta kalıp kalamayacağını tayin etmeye başladı.

Onun için artık sıkça markalar için “duygusal sermayeniz ne” diye sormaya başladık.

Coca Cola’nın, Nutella’nın ve daha onları takip eden onlarca markanın tüketicilerine isimleriyle hitap eder hale gelmesi, özel organizasyonlarla, “Ayşeler, Mehmetler, Oğuzlarla” buluşması, mesajlaşması, konuşması boşuna değil…

Üreticilerin ayrı ayrı her bir tüketiciyi dinleyebilme, onlarla ayrı ayrı iletişim kurabilecek kapasiteye ulaşması, onların yarattığı dalga boyunun toplamıyla oluşan miktar, markanın gerçek satış kapasitesini ve miktarını da ortaya çıkarıyor.

Bu trendin süreceğine ve bugün tek tek tüketicileri dinleme, onlarla iletişim kurma kapasitesinin bir süre sonra “tüketiciye özel üretim” mertebesine geçeceğine emin olabilirsiniz. Bu aşamada üretici/tüketici arasındaki romantizmin boyutunu varın siz hesap edin!

Teknoloji ve dijital ağlar bu anlamda zaman ve mekan sınırlamasını, üretim önündeki engelleri hızla ortadan kaldırıyor. Üretici/tüketici arasındaki ağ, talebin ortaya çıkması, üretimin gerçekleşmesi ve ürünün tüketiciye teslimi arasındaki mesafeyi her geçen gün ortadan kaldırıyor.

Dolayısıyla markaların tek tek tüketicileri dinleyecek, onlarla konuşacak ve bağ kuracak bir üretim, organizasyon ve pazarlama modeline ve bunu gerçekleştirecek bir kültüre acil ihtiyacı var.

Evet, özellikle konu Türkiye ise işin daha çok başlarındayız kuşkusuz. Çoğu marka hala “kitle üretimine” dayalı geleneksel üretim ve iş modeliyle hareket edip ürünlerini pazara ve tüketiciye dayatıyor, yığıyor.

Yine çok sayıda marka “dijital ağların”, “sosyal medyanın” önemini kavrasalar da, hala bu platformları geleneksel bir yayın aracı gibi kullanmaya çalışıyor. Bu platformların tüketiciyle bir “iletişim/ilişki” ve bir sonraki merhalede de “dönüşüm aracı” olarak kullanmak henüz tasavvurlarına girebilmiş değil…

Bu nedenle, bazı vizyoner markalar, Ayşe’ye, Mehmet’e kur yaparak, gönlünü alırken, birçoğu kalabalığın gürültüsü arasında kaybolup gidecek… Uğultular arasında, “Ben neredeyim, burası neresi” diye söylene söylene…

CEVAP VER

Yorumunuzu giriniz!
Bu bölüme adınızı giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.