Dijital iletişim kültürü hızla yayılıyor farkında mısınız? Peki, siz bu kültürün neresindesiniz? Çevrenizde ne çok Facebook, Twitter, Instagram, Linkdin hesabı olan var değil mi? Twitter kapanınca, Facebook’suz iki gün geçirince hayat damarlarımızdan biri kesilmiş gibi oluyorsanız, dijital neslin güzide bir yurttaşı olmuşsunuz demektir; yaşınız, ülkeniz, cinsiyetiniz, statünüz ne olursa olsun…

Çocuğunuza isterseniz bir sorun, “Biz gençliğimizde arkadaşlarımıza, akrabalarımıza mektup gönderirdik” diye anlatın. Eğer öğretmenleri tarih dersinde anlatmamışlarsa önce size boş gözlerle bakacak, sonra “mektup da ne?” diye soracak. O’na kahkahalarla gülmesi için bir fırsat vermek istiyorsanız sabırla anlatın…

Emin olun bununla bırakmayacak, siz kafanızı öteye çevirdiğinizde hemen “Olum, babamların/annemlerin gençliğinde mektup diye bir şey varmış, kağıda, karpostala yazıp, postane diye bir şeyle gönderiyorlarmış” diye hemen arkadaşlarına Twitter’dan, Facebook’tan Whatsapp’tan yazacaklarına, bu eğlenceli anının keyfini “anlık olarak” birlikte çıkaracaklarına emin olabilirsiniz…

Bunu fark ettiğinizde “ah zamane gençliği” deyip, biraz daha yaşlandığınızı anımsayabilirsiniz… Oysa yaşlanmak hayat karşısında yalnızca sizin “biyolojik” bir karşılığı olabilir. Hayatın dinamizmi ve gençliği durmaksızın yeniden üretiliyor.

Elbette, gündelik hayatımızı durmaksızın işleyen bir makineye çeviren bu dijital dünyaya ait olan yalnızca çocuklarınız ve yeni yetme akranları değil. Ya bireysel meraklarınız, ya da iş yaşamınızın zorlamasıyla siz de epeydir bu dünyanın parçası oldunuz bile. Dijitalleşmeye direnen en sert tutumlu arkadaşınız bile sizden cesaret alarak Twitter’dan nasıl hesap açacağını, Facebook’u nasıl kullanacağını kahve aralarında kısık sesle size soruyor ve siz kullanırken yan gözle sizi izlemeye çalışıyor, değil mi?

Facebook’un, Twitter’ın mekanikliği, insan ilişkileri üzerindeki olumsuz etkilerine ilişkin en nadide sosyolojik ve psikolojik analizlerin son kullanma tarihleri çoktan geçti. Bunları ve yarattığı sorunları dahi keza artık dijital platformlar üzerinden tartışıp, çözmek için çabalıyoruz.

Fikirlerin ve duyguların durmaksızın aktığı ve her an yeniden yaratıldığı ve her “paylaşımın” bir sonraki fikrin ve duygunun parçası haline geldiği bir dünyanın evlatlarıyız artık hepimiz…

Mevzuat gereği avukatlar, savcılar, hakimler olsa da, bize bilgi taşımak için gazeteci denilen bir meslek kesimi olsa da, ne gam, şimdi, biraz sonra, yarın ve her an kamusal alanı hep birlikte yaratıyoruz. Ve hangi mevzuat hükmünün bu yaratım sürecini denetleyeceğini, kontrol edeceğini bilemiyoruz. Böyle bir kontrolün de şalteri toptan indirmekten başka bir seçeneğinin olmadığını ister kabullenelim, isterse kabullenemeyelim bulunmadığının farkındayız. Mevzuatı anımsatanların, bu mevzuatı dayatanların her girişimi “o anda” geri tepiyor ve “yok hükmünde” oluyor.

“Savları” birlikte ortaya atıyor, birlikte tartışıyor, doğruyu/yanlışı birlikte sorguluyor, etik olanı olmayanı ortak bir vicdanda tartıyor, birliği, ayrılığı, sevinci, hüznü, nefreti, huzuru ve kaosu birlikte yaratıyoruz. Ve bunu en sahici biçimde yapıyoruz. Tüm dürüstlüğümüz/dürüstlerimiz ve tüm sahtekarlığımız/sahtekarlarımızla birlikte yapıyoruz.

Gerçek ve yalan bugüne kadar insanlık tarihinde olmadığı kadar gündelik yaşamımızın içerisinde bu kadar açık, bu kadar şeffaf. Meydan okuyup içinde coşkuyla yer alsak da böyle, korkuyla kenara çekilip yokmuş gibi davransak da böyle. Hepimiz tarihin tam da şu anında fazlalıklarımız ve eksikliklerimizle birlikte bu yaratım düzeyinin ve bu yaratım etkinliğinin etkin ya da edilgen birer parçasıyız. Tek tek birbirimizi bu süreçte ayrıştıran, birimizi diğerinden farklı kılan şu anda bu sürece katılma isteğimiz ve buna bağlı dijital yetenek ve kapasitemiz. Ve tabii ki hepimiz bu dijitalleşmenin fazla ya da eksik, etkin ya da edilgen şu anda da bir parçasıyız.

Bu parçanın “değeri”, sizin bugünle, hayatınızla, işinizle, geleceğinizle kurduğunuz anlamın, beklentinin seviyesiyle/değeriyle karşılık buluyor.

Peki, yalnızca bireylerin mi; işletmenizin, markanızın dijital yetenek ve kapasitesi ne? Markanızı dijital süreçlerin neresine konumlandırdınız; bu yöndeki çabalarınız yeterli mi? Bu dijitalleşmenin parçası haline gelebilmek için insan kaynakları politikanız, kurumsal stratejiniz ne? Yoksa hala evdeki çocuğunuzun, ofisteki çalışanınızın kişisel merakı, eğlencesi olarak mı görüyorsunuz Twitter’ı, Facebook’u, Instagramı, Linkedin’i, blogları…

Anlık olarak her şeyi yeniden ama durmaksızın yeniden yarattığımız bugün, siz bu yaratım sürecinin içerisine markanızı, işinizi ve bunlarla oluşan “marka değerlerinizi” ne kadar dahil edip, bu sürecin parçası haline getirebiliyorsunuz?

İnsanları, ilgileri, merakları, beklentileri, tepkileri hakkında konuşurken ve elbette bu konuşmalar arasında siz ve markanız yer alırken; dijital kültür hızla yükselirken daha ne kadar dışarda kalıp izlemeye devam edeceksiniz?

Şimdi harekete geçin ve geçmişe değil geleceğe yatırım yapın.

CEVAP VER

Yorumunuzu giriniz!
Bu bölüme adınızı giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.