Dijital ağlar büyük bir hızla gündelik yaşamımızı ve iş süreçlerimizi etkilemeye, yönlendirmeye devam ediyor. İnternet evin zıpır çocuğunun ya da şirketin çılgın elamanının meraklı uğraş alanı olmaktan çıkalı epey oldu. Şimdi anne-babanın da elinde birer tablet her şeylerini oradan takip ediyorlar. Şirket yönetim kurullarının da gündem maddeleri arasına da dijital ağlar, e-iş modelleri ve süreç yönetimleri gireli çok oldu.

Artık, bir iş modeli ve iş yapış tarzı olma yolunda dijital iletişim, dijital ekonomi bir “kavram” olmanın ötesine geçerek “eyleme” dönüştü. Kamunun hemen tüm birimlerinde e-devlet uygulamalarıyla birlikte yurttaş aldığı hizmet için devletle yeni bir ilişki ve iletişim sistemine geçerken, özel sektörde de markalar “dijital tüketici” ve “dijital müşterinin” peşine düştü.

Özellikle “dijital yerli” olarak adlandırılan 25 yaş altı genç kuşağın yarattığı yeni bir kültürle şekillenen bu “dijital tüketici” ve “dijital müşteri” kitlesinin yarattığı ekosisteme markaların uyum sağlama kapasitesi büyük önem taşımaya başladı.

Dijital yerliler giderek aile ekonomisi içerisinde tüketici kimlikleriyle varlıklarını daha fazla hissettirirken, ebeveyn satın alma kararlarında da “kanaat önderi/karar verici” olmaya başladılar. Ev elektroniğinden, otomobile birçok tüketim ürünüyle ilgili karar verici bu genç kuşak(dijital yerliler) olmaya başladı.

Haliyle bu neslin de kendi içinde inşaa ettiği bir kültür, bir iletişim, etkileşim mekanizması oluşmaya başladı.

İşte markaların oluşan bu yeni “kodlara” uygun iş ve üretim süreçlerini yeniden kurmaya, yapılanmaya, özellikle bu yönde güçlü bir “iradeye” ihtiyaçları var. Özellikle, markaların bu anlamda yönetimsel ve organizasyonel kararları bu sürecin yönetimi açısından kritik bir öneme sahip.

Geleneksel tüketici modeline göre şekillenmiş organizasyonel yapıların ve insan kaynakları politikasının, yeni ekosisteme uygun olarak reorganize olması kolay işlemiyor. Marka bünyesinde yerleşik yönetimsel kadroların bu reorganizasyona liderlik edememesi, ya da uygulamada yeterli organizasyonel kararları alamaması süreçlerin/dönüşümün ağır ilerlemesine neden oluyor. Operasyonel kararlar alındıktan sonra e-iş modeline, dijital ağa geçişte temelde bu süreçlerin yönetimsel liderliklerindeki eksiklik, marka bünyelerinde ortak bir yönetimsel iradenin oluşamaması bugün Türkiye’deki şirketlerin ezici bölümünün yaşadığı temel sorunlar.

Bugüne kadar son 30 yılda özellikle inovasyon kavramıyla başlayan ve müşteri memnuniyet sistemleri üzerinde derinleşen arayışlar yeni ekonomiyle birlikte dijital ağ ekonomisiyle birlikte büyük değişimle devam etmek zorunda.

Ama markaların bu büyük değişimi sürdürebilmeleri dahası tamamlayabilmeleri için çok kritik bir unsurun ayrımına varmaları gerekiyor.

Dijital ekosistemin temel işleyiş mekanizması, motoru çok farklı işliyor. Teknoloji, dijital ağ sistemleri şirket bünyelerini etkilerken ve şirketler bu yönde ciddi bütçeler de ayırarak yatırım yapmaya başlarken, şaşırtıcı biçimde bunların tek başına yeterli olmadığını görüyoruz. Teknoloji, dijitalleşme derinleştikçe “insan” faktörü de o derece önem kazanıyor ve derinleşiyor. Dijitalleşme iş süreçlerini kolaylaştırıp yeni fırsatlar sunarken, insanı, duygularını, isteklerini çok daha fazla görünür, tüketim ve karar alma mekanizmalarında etkili hale getiriyor.

Bu haliyle hangi teknoloji yatırımını yaparsanız yapın markanın büyümesinde yeterli bir unsur olmuyor.

Elbette, “insan” derken bunu iki yönlü düşünmek gerekiyor; birisi dış yüzünü temsil eden “tüketici/müşteri”, diğeri de bu tüketici ve müşteriyle ürün ve hizmetleri buluşturan iç yüzü “insan kaynakları”…

Dijital ekosistemde artık “insanın” bu iki yüzünü göz ardı ederek ve tabii ki ikisinden birini dahi ihmal ederek başarılı olmanız mümkün değil.  Tek başına müşteriyi/tüketiciyi yücelten, koruyan ve kollayan modeller artık işlemiyor. Çünkü artık marka tüm ürün, üretim, hizmet sunumu ve geri bildirimleriyle birlikte her şeyiyle birlikte müşterinin karşısına çıkıyor. Yani kral çıplak!

Dijital tüketicinin bu gerçekliğine uygun biçimde üretim sürecinizi, insan kaynakları politikanızı, iş aidiyetinizi kurmak, geliştirmek zorundasınız; çalışanlarınız artık sizin teknik anlamda birer “iş göreniniz” değil, aynı zamanda mikro düzeyde sizin işinizin birer “patronu”; onların temsil ettiği değerler sizin marka kimliğinizin de görünür, taşınır birer parçası. Bu nedenle, insan kaynakları politikanız sizin teknik olarak modellenmiş bir yönetim sisteminiz olamaz. Çalışanlarınıza yeni bir ruh, inanç, bağlılık, aidiyet katacak bir “yaşam modeli” sunmalısınız.

Yazının sonun şimdi başlığımıza tekrar göndermede bulunabiliriz: Teknoloji mi, insan mı?

Elbette her ikisi de; ama unutmamalı yaptığımız her teknolojik yatırım bizim iş süreçlerimizi, ürün ve hizmet sunumlarımızı kolaylaştırmaktan ibaret. Oysa markalarımız için temel değeri yaratan, koruyan ve kollayan “çalışanlarımız”…

Her bir çalışanımızın özellikle dijital ekonomiye uyum sağlamalarına yardımcı olmak, kapasitelerini geliştirmeyi desteklemek ve elbette şirketinizin “zorunlu çalışanı” değil “gönüllü çalışanı” haline getirmek markanızın dijital ekonomideki kaderini de belirliyor.

CEVAP VER

Yorumunuzu giriniz!
Bu bölüme adınızı giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.